Etrafımda kitaplarla dolu raflar, ahşap koltuklar ve usul usul yanan şömineli odamdayım. Penceremin perdesinden sızan, sarımtırak gün ışığı eşliğinde hayallere dalıyorum. Yazarların hikayelerinde karakterlerden birini seçip, yol alıyorum. Ara sıra sert kahvemden yudumlayıp, gerçek dünyaya girip çıkıyorum. Rahatlamak ve ufkumu genişletmek için işe yarıyor. Peki, ben ne zaman hikayemi yazacağım? Ürettiğim karakterlerin yerine kendini koyup, sürüklenen insanlar olacak mı?
Yeterince rüyaya daldım. Oyuncu olmak ve senarist olmak arasında fark var. Özgür irademle hareket etmenin verdiği keyif, rol yapmaktan daha iyi olsa gerek. Aklımda ki sisleri dağıtmaya başladığımda anladım. Başkalarının hayallerinin parçası olmaktansa, yazdığım hikayenin tüm karakterlerini canlandırmak çok daha eğlenceliymiş. Hepsi benim, hepsi farklı bir yönüm. Şimdi eyleme geçme zamanı. Yazılanlara bağlı kalmak konforlu olsa da kendini keşfetmek gerek.
Hayat ile hikaye yazmanın bir farkı var. Beğenmediğim satırları silip yeniden yazamıyorum. Üzerini çizemiyorum. Yanlışları doğrularla örtemiyorum. Çok fazla düşünmek hikayeyi ilerletmiyor. Aklıma geleni söylemek istiyorum. İşte mutluluk burada başlıyor. Geriye dönüşü olmayan satırları, yazmaya cesaret ederek. Zihnimde dökülen şelaleye, hayranlıkla bakmaya başlıyorlar. Okuyucu veya karakter değil, yazarım artık. Merak ediyorlar. Bu muhteşem rüyanın kurucu kimdir? Yetenek, hayal gücü ve özgüven birleşimi. Kendinize sorun. Nereye kadar okuyucu olacağım? Neden kendi hikayemi yazmıyorum?
Diğer yolları kapatmıyorum. İstediğim yola insanları zorlamıyorum. Seçenekler sınırsız ve sonuçları farklı. Bedel ödemeye hazırım. Ne için? Tabi ki mutluluk için.